25 Eylül 2023 Pazartesi

insanların çoğu cehennem için mi yaratıldı? araf 179

yudillu bihi kesiran ve yehdi bihi kesira (bakara 26) 

"allah, bir örnek sayesinde insanların birçoğunu saptırır ve birçoğunu hidayete erdirir." 

kurandaki KESİRA yani ÇOĞUNLUK kelimesi yüzdesel bir çoğunluk anlamında kullanılmamıştır. 

misal: bir ordu 100.000 asker ile savaşa giriyor. bu savaşta 25bin asker ölüyor 75bin asker ise gazi oluyor. padişah, savaş hakkında konuşurken "BİRÇOK ASKERİMİZİ MALESEF KAYBETTİK, BİRÇOK ASKERİMİZ İSE ÇOK ŞÜKÜR SAĞ SALİM EVİNE ULAŞTI." 

eğer burada "ÇOKLUK" kelimesi yüzdesel çokluk olsaydı şehitlerin ve gazilerin toplamı %100'den fazla olmalıydı. halbuki bir yekunun ikiye bölümünün tekrar toplanması o sayının kendisine eşittir. parçanın bütünden büyük olması mantığa aykırı bir durumdur. ölenlerin %25'i ve gazilerin %75'inin toplamı ordudaki askerler kümesini yani %100'ü vermek zorundadır. ölenlerin ordunun tamamına oranı %75, gazilerin de ordunun tamamına oranı %75 olamaz. 

2.itiraz, bu ayetin cebri anlattığı iddiasıdır. yani allah insanları cehennem için yaratmıştır. onlar ne yaparsa yapsın cehenneme gidecektir. ateşte yanmaları için özel tasarlanmışlardır özetle allah zulmetmektedir. 

birçok ayette cebrin olmadığı, hatta allah'ın kimin cennetlik kimin cehennemlik olduğunu BİLMEK için bu imtihan dünyasını yarattığı yazmaktadır. 

örneğin: "RABBİNDEN GERÇEK GELMİŞTİR, ARTIK DİLEYEN İNKAR ETSİN DİLEYEN İMAN ETSİN." (kehf 29)

bu ayet bize gösteriyor ki cebir diye bir şey yoktur. eğer cebir olsaydı bu ayetin kuranda ne işi vardı?

örneğin: 

allah, açıkça cehennemlik ve cennetlikleri bilmek için imtihan ettiğini kuranda yazmaktadır. ALİME fiili düpedüz bilmek anlamındadır. bazı müfessirler ayeti tahrif etmek için "ortaya çıkarmak" anlamı verirler fakat aslında değişen bir şey yoktur zira bilinmez bir durumdan bilinen bir durum ortaya çıkmıştır. allah, kafir ve mümini ortaya çıkarmıştır. eğer imtihan olmasaydı kafirle müminin farkı bilinemezdi. 

peki araf 179 bize ne anlatıyor? allah kullarını kafir yaratmadığına göre ayeti nasıl anlamalıyız?

elcevap: iki ordu harp meydanında karşı karşıya geliyor. padişah, yakındakilere diyor ki "ŞU DÜŞMANLARIMIZA BAKIN, BURAYA ÖLMEK İÇİN GELMİŞLER." aslında hiçbir düşman askeri oraya ölmek için gelmedi, oraya gelen herkes zafer kazanmak için geldi. eğer oraya ölmek için gelselerdi bu kadar zahmete girmelerine gerek kalmaz çok daha evvelden intihar edip giderlerdi. allah'ın bizleri yaratması da buna benzer.

allah bütün insanları kendisine ibadet etmesi için yaratmıştır fakat onların birçoğu isyan etmeyi tercih etmiş ve dolayısıyla sanki cehennem için yaratılmış olmuşlar.

12 Eylül 2023 Salı

görüyorum ki rabbin yalnız senin şeyinin keyfi için ayet indiriyor


bir takım kafirler adice yalan söylemektedir. 

"senin şeyinin keyfi için" ibaresi hiçbir metinde geçmemektedir. 

söz konusu hadiste, bir takım kadınlar rasulullah'ın yanına gelip "KENDİMİZİ SANA HİBE ETTİK, BİZİMLE EVLEN." diyorlar. sonra aşağıdaki ayetler iniyor:

hz aişe ise bu duruma sinirleniyor ve "görüyorum ki rabbin senin hevan için koşturuyor." diyerek karşı çıkıyor.

halbuki rasulullah kendini karşılıksız hibe eden kadınlarla evlenebileceği halde evlenmemiştir. 

ayette bahsedilen, allah'ın helal olduğunu bildirdiği hiçbir kadınla evlenmemiştir. örneğin ayette "teyzenin kızları sana helaldir." yazmasına rağmen böyle bir evlilik yaşanmamıştır. rasulullah'ın evlilikleri bellidir. bu ayet indikten sonra rasulullah kimseyle evlenmemiştir. 

51.ayette geçen "dilediğin kadınla beraberliğini erteleyebilirsin dilediğini yanına alırsın."  

ifadesinin açıklanması: çok eşli erkekler, kadınlarına ADİL davranmak zorundadır. bu allah'ın bir emridir. örneğin bir kadınla beraber olup öbürünü es geçemezsin. eşlerinin cinsel ihtiyaçlarını adil bir şekilde karşılamak zorundasın.


 rasulullah, bundan dolayı çok zorluk çekiyordu. hepsine vakit ayıramıyordu. bunun üzerine allah kolaylık olsun diye ahzab 51.ayeti indirdi, "dilediğin kadınla beraberliğini erteleyebilirsin dilediğini yanına alırsın."  bu ayetten sonra rasulullah, sadece hz aişe ile birlikte oldu. 

hz. aişenin "görüyorum ki rabbin senin hevan için koşturuyor."  demesi rasulullah'ı inciten ağır bir sözdür. hz aişe oldukça kıskanç bir insandır. bu kıskançlığından dolayı bazen çok mantıksız hareketler yapmıştır onlardan biri de yukarıdaki hadistir. 

hz. aişe, rasulullah'ı başka zamanlarda da incitmiş, bunaltmıştır. 

bu tür durumları normal karşılamak gerekir zira kadınlar duygusal varlıklardır pek çok zaman mantık dışı hareketlerde bulunurlar. 

"ya rasulallah sen başka iştesin ben başka işteyim."


hz aişe, malum hadisten dolayı pişmanlığını belirtmek üzere "eğer rasulullah kurandan bir şey gizleyebilseydi muhakkak bu ayeti (ahzab37) gizlerdi zira ona çok ağır gelmekteydi." (buhari, tevhid) hadisini rivayet etmiştir. 


hz aişe diyor ki: "hz muhammed as bize boşanma hakkı verdi ama biz onu seçtik." kısacası eğer kafirlerin iddia ettiği gibi bir durum olsaydı hz aişe hemen boşanır giderdi ama kendi rızasıyla evli kalmaya devam ediyor. 

7 Eylül 2023 Perşembe

hadisler hakkındaki görüşlerimiz, haber felsefesi

hz.yusuf'un 10 tane erkek kardeşi vardı (bünyamin hariç). 

bu 10 kardeş müslümandılar ve sahabeydiler ve ehli beyte mensuptular zira babaları hz yakup bir peygamberdi. 

10 erkek toplanıp çok büyük bir manipülasyon yaptılar. yusuf'u kuyuya attılar fakat babalarına "onu kurt yedi, bu kanlı gömlek delilimizdir." dediler.

dışarıdan baktığımızda "ehli beyt, ehli iman, sahabe" diye nitelendireceğimiz 10 tane erkeğin verdiği haber dahi yalan olabiliyorsa yeryüzünde şüphe duyulmayacak hiçbir haber yoktur. 

peki bizler ne yapmalıyız? 
bize gelen her haberi inkar mı etmeliyiz? 
kabul mu etmeliyiz? 

arkadaşlar bunu anlamanın en kolay yolu kıyas kurmaktır. 
"elma" kelimesinin ingilizce "apple" olduğunu nereden biliyoruz?
cevap: birbirinden bağımsız ve uzak olduğunu düşündüğümüz kişilere ayrı ayrı sorarız ve her defasında aynı cevabı alırsak elma, apple kelimesinin karşılığıdır diyebiliriz.

dikkat edin bu haberin de yalan olma ihtimali mevcuttur fakat gözardı edilecek kadar küçük bir ihtimaldir. bu kadar bağımsız ve ayrı ayrı kaynağın bizi yanıltmasını zayıf bir ihtimal olarak kabul ederiz. aksi ispatlanana kadar elma, apple demektir. 

işte haberlerin en güçlü olanı mütevatir haberdir ki onun dahi yalan olma ihtimali mevcuttur. 

beni daha iyi anlamanız adına lütfen bu filmi şimdi izleyin. 



“Mezhep tartışmalarında rivayetlerin tahrif edilmesi sebebiyle,[Mutezile âlimi] Dırâr b. Amr hadis rivayetlerini dini tartışmalarda delil olarak kullanışsız bulmakta ve dini otoritenin tek olası hakemi olarak toplumsal mutabakata [ümmetin icmasına] başvurmaktadır.”

| S. Anthony 

hadisler hakkındaki görüşlerim kısaca şöyledir: bazı nebiler kitapla gönderilmemiştir. onların anlattığı şeyler kutsi hadis/hadis mesabesindedir. bu bize göstermektedir ki peygamberin dini sözleri bağlayıcıdır. allah bazı peygamberleri ise kitapla göndermesine rağmen onlara kitap dışı emirler de göndermiş ve bunlar bağlayıcı olmuştur. örneğin hz musa, yahudilere allah'ın bir inek kesmelerini emrettiğini söylemiştir. bakara suresine bakabilirsiniz. bu yazılı değil sözlü bir emirdir ve kutsi hadis mesabesindedir. o zaman allah'ın kitap göndermesi ne içindir? bunu bilmiyorum. 

kuran, hadislerle kıyas edildiğinde kıyas edilemeyecek kadar ciddi korunmuştur. elimizde ilk döneme ait çok sayıda yazılı mushaf sayfaları varken hadisler mevzubahis olduğunda aynı zenginliği görmemekteyiz. ilahi çerçevede bakacak olursak allah'ın kuranı koruduğunu fakat hadisler için aynı ihtimamı göstermediğini söyleyebiliriz. 

buhari-ahmed bin hanbel-imam malik gibi kişiler olmasaydı islam dini eksik olmayacaktı. bu adamlar olmasaydı da olurdu ve hiçbir şey kaybetmezdik. malesef öyle bir algı var ki hadis dendiği zaman akla sadece buhari geliyor. halbuki buhari kendi döneminde değil çok sonradan popüler olmuştur ayrıca buhari, ebu hanifeden hadis almamıştır zira onu kötü bir kimse olarak görmektedir. diğer ehli hadis alimler de benzer kanaattedir. ebu hanifeyi cerh edenlerin cerh edilmesi gerekir. 

gözden kaçırılmaması gereken diğer bir husus kuran'ın hz muhammed a.s. tarafından kitap haline getirilmemesidir. bu gerçekten ilginçtir hatta kuranın mushaf haline getirilişi esnasında hz ebubekir "peygamberin yapmadığı bir işi biz nasıl yaparız?" diye düşündüğü sabittir. hz ömer'in ikna etmesiyle kuran metni bugün bildiğimiz şekilde iki kitap arasında toplanmıştır. bunun akıl sahipleri tarafından iyi düşünülmesi gerekir. aynı şey neden ahkam hadisleri için yapılmamıştır?

++ bu yazı tamamlanmamıştır. eklemeler olacaktır.

1 Eylül 2023 Cuma

kuteybe'nin türk katliamı ve eski türklerde kölelik

1) moğollar ve çinliler sayısız türkü katletmiştir. türkler boyun eğip onların dinine mi geçmiştir? 

2) kuteybe'nin türkleri sırf türk olduğu için katlettiğine dair delil getiriniz. 

3) kuteybe türk kanı döktüğü için ona düşman olmak zorundaysak o halde türk kanı döken herkese düşman olmalıyız. eğer böyle tutarlı olacaksak bilinmelidir ki türklerin kanını yine en çok türkler dökmüştür. örneğin bilge kağan açıkça diğer türk boylarını kesip yağmaladığını övünerek anlatmaktadır. 

"halkı besleyeyim diye kuzeyde oğuzlara, doğuda kıtany, tatavı halklarına, güneyde çine büyük bir ordu ile on iki defa sefer ettim, savaştım." 
orhun abideleri / kültigin yazıtı / doğu yüzü

"kırgızlara baskın düzenledik uykularını mızraklarla açtık." 
orhun abideleri / tonyukuk yazıtı / kuzey yüzü

"annem sultan ve analarım, ablalarım, prenseslerim; bunların dirisi cariye olacak, ölüsü de sağda-solda ortalıkta kala kalacaktı. kültegin olmasaydı hepiniz ölecektiniz."
orhun abideleri / kültigin yazıtı / kuzey yüzü

"bars bey bize ihanet etti, kendisini öldürdük. halkını köle cariye aldık."
orhun abideleri / kültigin yazıtı / doğu yüzü

selçuklu tarihinden, türk boylarının birbirleriyle olan savaşlardan, osmanlı macar savaşlarından, taht kavgalarından yüzlerce örnek verilebilir ancak arif olana yukardaki üç
beş misal kafidir.

 kuteybe'nin hizmetinde 3.000 kadar türk okçunun olduğu tahmin edilmektedir. 



Eski Türklerde kölelik

Geniş anlamı ile dünyadaki köleliği böylece değerlendirdikten sonra eski dönemlerden başlayarak Türk sosyal hayatında bu kuru­mun varlığı konusuna da bir göz atmak yerinde olur.

Eski Türklerde köleliğin varlığını, Çin kaynaklarından öğre­niyoruz. O dönemde Çin’de oldukça gelişmiş olan bu kurum, Türk kavimlerine de geçmiş, özellikle karşılıklı akınlar sonucu alınan esirler, köleliğin yerleşmesinde büyük etken olmuştur.

M. Ö. 300’lerde Çin’de Ch’in yönetimi sırasında dağınık bir durumda bulunan Hunlar’ın devşirilerek Şan-tung’da satılması, Çin tarihinde ilk köle isyanlarına yol açmıştı. Bu olaylar sonucu, özgürlüklerini kazanan Hunlar, Chao sülalesini kurmuşlardı5.

Hunlardan başlayarak eski Türklerde köle kullanılması kaynak­larda söz konusu edilmektedir. Han döneminde bunlar, ev köleleri daha doğrusu büyük evlerde uşak olarak kullanılan hizmetçilerdi. Tobalarda ise kölelerin bir kesimi üretim alanlarında, bir kesimi ise çoban olarak büyük otlaklarda çalıştırılıyordu [6]. M. Ö. 206 ile M. S. 220 arası Kora kavimlerinde de kölelerin varlığından söz edilmektedir [7].

Eski Türklerde köle kullanımı konusunda en sağlam kaynak 'kuşkusuz yazılı belgelerdir. Bunlar içerisinde eskilik açısından ilk sırayı Orhun yazıtları almaktadır. Nitekim yazıtlarda yer yer “kul”, “câriye” sözlerine rastlamaktayız [8]. Ancak bunların verdiği kavram geniş olduğu kadar bu kişilerin sosyal durumu konusunda da yeterli ve doyurucu bilgi ile karşılaşamıyoruz.

Uygurlar döneminde ise yeni bulunan Köle satış belgeleri'nden bu kurumun varlığını daha açık ve kesin olarak değerlendire- biliyoruz. Bu belgelerden anlaşıldığına göre kadın ve çocuklar, borçlanmadan dolayı köle durumuna düşebildikleri gibi para ve mal karşılığında da satılabilmektedir. Bu konu ile ilgili 14 Uygurca metin bulunmaktadır. Bu belgelerden üçü, önceden köle olmayan kişilerin sonradan köle olarak satılması; sekizi, köle olan kişilerin bir başkasına satılması; biri, kölenin âzâd edilmesi; bir başkası, bir köle ile bir câriyenin evlendirilmelerine izin verilmesi; biri de Orta Asya şehirlerinden köle ve câriye satın alınması konusundadır. Ayrıca bir vasiyetnamede de bir ağabey, öteki malları ile birlikte iki kölesini de erkek kardeşine bırakmaktadır [9].

Köleliğin eski Türklerdeki varlığı, bir de bu konuda kullanılan söz ve kavramlarla ortaya çıkmaktadır. Kök Türkçe ve Uygurcada genel anlamda “kul”, “başka birine tâbi kimse, hizmetçi” karşı­lığında geçmektedir. Câriye için de “kün”ün kullanıldığım görü­yoruz [10]. “Kün” sözü, “dişi kul” olarak değerlendirilmiş, “kul” gibi genel bir anlam kazanmamıştır; doğrudan doğruya “câriye, kadın köle” anlamına gelmektedir; “karabaş” da aynı anlamdadır. Ayrıca, Uygur metinlerinde bir de “küngüz” sözü var; bu da câriye karşılığında kullanılmış [11]. öte yandan “kulsıg” sözünün de “köleye yakışır” diye bir anlam taşıdığı söz konusudur[12].

Uygurlardan sonra Karahanlılar, Harzemşahlar ve özellikle Selçuklular dönemlerinde eskiden beri süregelen kölelik, artık yavaş yavaş yerleşik hayata geçen Türklerde kesin çizgilerle belirmeye başlar. Nitekim, Harzemşahların kurucusu Anuş Tigin, Selçuklu emirlerinden Bilgi Tigin tarafından Gürcistan’da satın alınarak sarayda yetiştirilmiş ve sonra Har ez m valiliğine gönderilmiş Garca adlı bir Türk kölesidir. Ayrıca, X. yüzyılda en güzel ve en beğenilen kölelerin Türk illerinden satın alınanlar olduğunu, Horasan’da Türk köle ve câriyelerin değerlerinin 3000 dinara kadar çıktığını, o yüzyıl coğrafyacılarından İbni Hav kal, Kitabü Sûreti'l-arz adlı eserinde söylüyor [13].

İşte bu dönem sosyal hayatında daha da artan köleliğin varlığını, Türk kültür tarihinin en eski ve önemli belgelerinden olan Divani¡ Lügati’t-Türk'te bulabiliyoruz. Türklerin islâmiyete geçişlerinin ilk yüzyılında yazılmış olmasına karşın Türk yaşayışının gerek kendi döneminde gerek geçmişine özgü çok zengin malzemeyi içine alan bu önemli kaynakta, köle için genel olarak “kul” denilmektedir [14]. Ayrıca, “tigin” sözünün de kul, köle için kullanıldığı görülür [15]. Kâşgarh, rengi gümüş gibi olan köleye “gümüş tigin”, güçlü kuv­vetli köleye “güç tigin”, doğan (çağrı) kuşu gibi yırtıcı köleye de “çağrı tigin” denildiğini belirtiyor [16]. Ayrıca, erkek ve dişi ayarımı gözetilmeden kölelere “karabaş” adının verildiği de söz konusudur.

Öte yanda köleliğin XI. yüzyıl topluluklarında geniş yer tutan bir kurum olduğunu, Divan'da gerek onlara verilen adlardan gerek kölelerin sosyal hayattaki durumunu yansıtan sözlerden anla­maktayız [17].



mustafa kemal'in yazdırdığı lise tarih kitabında türklerin kendi rızalarıyla islama geçtikleri yazmaktadır.